İnfaz Kanunu ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin Değerlendirilmesi - Prof. Dr. Fatih Selami Mahmutoğlu
TÜRK-ALMAN ÜNİVERSİTESİ - HUKUK FAKÜLTESİ
1
CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA KANUN İLE BAZI
KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİNİN
DEĞERLENDİRMESİ
Öncelikle belirtmeliyim ki, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu tarafa ülkemizde af ve benzeri
müesseselere sıklıkla başvurulduğu görülmektedir. Yaklaşık 90 yıllık tecrübemiz, bu müesseselere
başvurulmasının suçlulukla mücadele bakımından faydalı bir enstrüman olmadığını ortaya koymuştur.
Cezaevlerindeki yoğunluk, yeni cezaevi açma ihtiyacı resmi istatistikler de dikkate alındığında bu
objektif saptamayı doğrulamaktadır. Şu andaki sayılara baktığımızda da yaklaşık 300.000 kişinin
cezaevinde bulunması herkes bakımından düşündürücü bir sonuç olmalıdır. Bu meselenin psikolojik,
ekonomik ve sosyolojik tartışmalarını bir tarafa bırakacak olursak ülkemizde suç işleme oranın yüksek
olduğu ülkemizde verilen cezalar ne gereği gibi çekilmekte ne de kişilerin cezaevi koşullarında topluma
yeniden kazandırılması mümkün olabilmektedir. Bu gerçeği çekinmeden ifade etmeliyiz.
Değerlendirmeye geçmeden önce dikkat çekmek istediğim husus ve uyarı 1999 yılında
çıkartılan ve kamuoyunda Rahşan Ecevit Affı olarak ifade edilen 4616 sayılı Kanunun yarattığı akıl
almaz hukuki sorunlardır. Türk Adliyesi yıllarca bu kanunun öngördüğü hükümler çerçevesinde infaz
sürelerini hesaplayabilmekle uğraşmış ve mevcut yükü üzerine ilave olarak katlanılmaz bir mesai ile
karşı karşıya bırakılmıştı. Aşağıda ana başlıklar altında değineceğim bu düzenleme de korkarım aynı
karmaşayı yaratabilecek bir içeriğe sahip görünmektedir. Mutlaka cezaevlerinin boşaltılması gerektiğine
siyaseten inanılıyorsa bunun yolu daha anlaşılır ve basit çözümlerden geçmektedir. Sonuç kısmında
buna ilişkin bir vurgu yapılacaktır.
Kanun teklifine genel olarak bakıldığında; 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği
Kanunu, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, 12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanun, 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu, 3/7/2005 tarihli ve 5402 sayılı Denetimli
Serbestlik Hizmetleri Kanunu, 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu,
24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu, 6/8/1997 tarihli ve 4301 sayılı Ceza İnfaz Kurumları İle Tutukevleri İşyurtları
Kurumuna İlişkin Bazı Mali Hükümlerin Düzenlenmesi Hakkında Kanun ve 2/7/2012 tarihli ve 6352
sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın
Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun olmak üzere
toplam 11 kanunda değişiklik önerildiği görülmektedir.
TÜRK-ALMAN ÜNİVERSİTESİ - HUKUK FAKÜLTESİ
2
Şüphesiz kamuoyunu ilk planda 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun (CGTİHK)’da önerilen değişiklikler ilgilendirmektedir. Özetle
kamuoyu, suçlular, mağdurlar, kim ya da kimlerin hangi süre içerisinde cezaevinden çıkacağını merak
etmektedirler. Biz bu bilgilendirmemizde önce Türk Ceza Kanunu (TCK)’nda, sonra Ceza Muhakemesi
Kanunu(CMK)’nda, son olarak ise İnfaz Kanunu’nda yapılan değişikliklerin bir kısmını ele alacağız.
A. TÜRK CEZA KANUNU’NDA YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER HAKKINDA:
I. İnfaz hakimliğinin daha etkin hale getirilmesi amacıyla 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz
Hakimliği Kanunu’nda yapılan değişikliklerle bağlantılı olarak TCK’nin 50. (Kısa süreli hapis
cezasına seçenek yaptırımlar) ile 51. (Hapis cezasının ertelenmesi) maddelerinde hüküm
kesinleştikten sonra hükmü veren infaz hakiminin görev alanı belirlenmiştir. 4675 sayılı İnfaz
Hakimliği Kanunu’nda yapılan değişiklikler ana hatlarıyla isabetli olmakla birlikte bu
düzenlemenin Türk Ceza Kanunu’nda değil, bahsi geçen kanunda yapılması daha doğru olurdu.
II. “Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma”ya ilişkin TCK’nin 53.maddedeki düzenlemenin
3.fıkrasına yapılan ekleme ile denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezası infaz edilen
kişilere de, mahkum olduğu hapis cezası ertelenen veya koşullu salıverilen hükümlüler
bakımından olduğu gibi, altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkisinin tanındığı
görülmektedir. Bu isabetli bir düzenlemedir. Hapis cezasının ertelenmesi ve koşullu salıverilme
düzenlemesinde öngörülen sonuçlarla da uyumludur.
Bahsi geçen fıkranın 2.cümlesinde de değişiklik yapılarak maddenin 1.fıkrasının (e) bendinde
yer alan “bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tabi
bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra
etmekten” yoksun bırakmaya ilişkin uygulamanın yalnızca mahkum olduğu hapis cezası
ertelenen kişiler bakımından değil, denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezası infaz
edilen ya da koşullu salıverilen hükümlü hakkında da uygulanmayabileceği belirtilmiştir. Ne
var ki, güvenlik tedbirinin niteliği gereği başkasının gözetimi altında çalışması gereken kişinin
kendi sorumlulukları altında mesleğini icra etmesi doğru değildir. Özetle, bu değişiklik güvenlik
tedbirinin niteliği ile bağdaşmayan bir durum ortaya çıkarmaktadır.
Bir diğer husus ise söz konusu düzenlemenin 53.maddenin 5.fıkrası ile çelişmesidir. Belli
hakları kullanmaktan yoksun kılmayı düzenleyen bu maddede temel prensip cezanın infaz
edilmesi ile birlikte yasakların kalkmasıdır. Bu isabetli prensibe çeşitli nedenlerden dolayı
istisnalar getirilmiştir. Bu istisnaların bir tanesi de yine 5.fıkrada kişiye tanınan hak ve yetkinin
kötüye kullanılması şeklinde suç işlenmesi halinde infaz sonrasında da belli hakları
TÜRK-ALMAN ÜNİVERSİTESİ - HUKUK FAKÜLTESİ
3
kullanabilmenin mümkün olamamasıdır. Yeni düzenleme bu süreyi infazın tamamlanmasından
çok önceye çekebilmektedir. Olası bu uygulama asla doğru değildir.
III. Bir diğer değişiklik ise TCK’nin 86.maddesinde düzenlenen kasten yaralama fiilinin üçüncü
fıkrasında sayılan nitelikli haller arasına “canavarca his” saikiyle suçun işlenmesinin ayrı bir
bent olarak eklenmesi ile cezanın fıkrada belirtilen diğer nitelikli hallerden farklı olarak
“yarı oranında” değil de “bir kat” artırılmasıdır.
Teklifin gerekçesinde suçla etkin mücadele edilmesi ve caydırıcılığın sağlanması amacıyla söz
konusu düzenlemenin yapıldığı belirtilerek canavarca his saiki ile yaralama suçunun
işlenmesine “yüze kezzap atmak” örneği verilmiştir. Bu noktada belirtilmeliyiz ki, kamuoyunda
infial uyandıran hadiselerden yola çıkarak düzenlemeler yapmak başkaca sorunlar yaratacaktır.
Öyle ki, verilen örnek fiilin işleniş şekline ilişkin olup saikten ayırt edilmelidir. Canavarca his
ile yaralama suçundan bahsedebilmek için failin bu yönde bir saikinin olması gerekir. Bu da
tamamen manevi unsura ilişkin bir durumdur. Saik söz konusu olduğunda da başkaca ispat
sorunları ile karşılaşılabilir. Bu tarz sorunlarla karşılaşmamak adına Teklif ile önerilen
değişiklik yerine birinci fıkrada yer alan temel cezanın alt ya da üst sınırını artırmak daha uygun
olacaktır.
IV. TCK’nin 220.maddesinde düzenlenen “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” suçu bakımından
ise suç işlemek amacıyla örgüt kuran, yöneten ve bu amaçla kurulmuş örgüte üye olanların
cezalarının alt ve üst sınırları artırılmıştır. Bu noktada dikkat çekici olan Teklif ile cezanın
artırılması gündeme gelmekteyken, 5275 sayılı CGTİHK’nin 107.maddesinin 4.fıkrasında suç
işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan süreli hapis cezasına mahkum edilmiş olanların koşullu
salıverilmeden faydalanabilmek için infaz kurumunda geçirilmeleri gereken sürenin aşağı
çekilmesidir. Mevcut düzenleme uyarınca koşullu salıverilmeden faydalanabilmek için süreli
hapis cezasına mahkum edilmiş olan kişilerin cezalarının 3/4’ünün infaz kurumunda geçirmeleri
gerekirken, değişiklik ile bu oran 2/3’e inmektedir. Anılan düzenleme bu yönüyle çelişkilidir.
V. TCK’nin 241.maddesinde yer alan tefecilik suçunun işlenmesi halinde verilecek cezanın üst
sınırı 5 yıldan 6 yıla çıkarılmış, adli para cezasının gün biriminin alt sınırı beşyüz gün olarak
düzenlenmiştir. Bu nitelikli halin hangi ihtiyaçtan dolayı ilave edildiği anlaşılamamaktadır. Bu
ihtiyacı ortaya koyacak istatiksel bir verinin gerekçede yer alması doğru olurdu. Aslında
TCK’nin 220.maddesi karşısında bu nitelikli halin mevzuatımızda bazı suç tiplerinde ayrıca yer
alması isabetli değildir. Bilindiği üzere sadece örgütün varlığı ceza verilmesi için yeterlidir. Bu
ve benzeri düzenlemeler bir nedenin birden fazla uygulanması sonucunu doğurduğundan
cezanın saptanmasındaki temel ilkelerle zaten örtüşmemektedir
TÜRK-ALMAN ÜNİVERSİTESİ - HUKUK FAKÜLTESİ
4
B. CEZA MUHAKEMESİ KANUNU’NDA YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER HAKKINDA:
I. Adli kontrole ilişkin olarak CMK’nin 109.maddesinin 4.fıkrası “Maruz kaldığı ağır bir hastalık
veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremediği
13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun
16 ncı maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca tespit edilen şüpheli ile gebe olan veya doğurduğu
tarihten itibaren altı ay geçmemiş bulunan kadın şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol
altına alınmasına karar verilebilir…” şeklinde düzenlenmektedir. Kanunda yer alan ana ilkeler
yeterli olup ölçülülük ilkesinin esas alınması yeterli olacaktır. Bu maddede yapılan çok sayıda
değişikliğe rağmen hala tutuklama kararlarının çok yüksek olmasının nedenini düşünmeliyiz.
Keyfi uygulamaların önüne geçmek için yapılan tüm değişiklikler maalesef istenilen sonucu
getirmemiştir. Bu konunun yasa değişikliği ile çözülemediği açıkça görülmüştür.
Bahsi geçen 4.fıkranın ikinci cümlesi ise “…Hakkında mahkûmiyet hükmü verilmiş ve bu
hükümle ilgili olarak istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulmuş olması hâlinde, UYAP
kayıtlarını incelemek suretiyle hükmü veren ilk derece mahkemesi de adli kontrol kararı
verebilir.” şeklinde düzenlenmiştir. İlk derece mahkemeleri hüküm mahiyetinde olmayan
kararlarını dosya hala kendi uhdesinde ise yani inceleme yapması gereken mahkemeye henüz
iletmemişse, gözden geçirip tekrar karar verebilirler. Belirtmek isterim ki, Bölge Adliye
Mahkemelerinin faaliyete geçmesinden önce kapsamlı dosyaların Yargıtay’a gönderilmesi uzun
bir zaman almaktaydı. Kişinin böyle bir durumda ilk derece mahkemesinden yeni bir karar talep
etmesi de hak arama özgürlüğü bakımından son derece önemliydi. Ne var ki uygulamada bu
konuda sorunlar yaşanmaktaydı. İlk derece mahkemesi hüküm verdikten sonra artık inceleme
yapamam şeklindeki gerekçesi koruma tedbirlerine ilişkin kanun yoluna başvuruyu fiilen
imkânsız hale getirmekteydi. Nitekim Anayasa Mahkemesi de bu yönde ihlal kararları vermiştir.
Ancak dosyanın Bölge Adliye Mahkemesi veya Yargıtay’a gitmesinden sonra bu türden
sorunların yaşanması olası gözükmemektedir. Dolayısıyla ilk derece mahkemesinin, UYAP
üzerinden dahi olsa, inceleme yapması ve karar vermesi gerekli olmadığı gibi olası karmaşalara
da sebep olabilir.
C. CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA KANUN’DA YAPILAN
DEĞİŞİKLİKLER HAKKINDA
I. CGTİHK’ nin 14.maddesinin 2.fıkrasında yapılması istenilen değişik ile doğrudan açık ceza
infaz kurumlarında yerine getirilecek cezalar şu şekilde düzenlenmiştir:
a) Terör suçları, örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçları ile örgüt faaliyeti
kapsamında işlenen suçlar ve cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlardan mahkûm
olanlar ile ikinci defa mükerrir olanlar ve koşullu salıverilme kararının geri alınması
TÜRK-ALMAN ÜNİVERSİTESİ - HUKUK FAKÜLTESİ
5
nedeniyle cezası aynen infaz edilenler hariç olmak üzere, kasıtlı suçlardan toplam üç yıl
veya daha az hapis cezasına mahkûm olanlar.
b) Taksirli suçlardan toplam beş yıl veya daha az süreyle hapis cezasına mahkûm olanlar.
c) Adlî para cezası infaz sürecinde hapis cezasına çevrilenler.
d) 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu gereğince tazyik hapsine tabi
tutulanlar.
Dikkatleri ilk çeken husus mükerrirlere ilişkin düzenlemedir. İlk defa mükerrir olanların
doğrudan açık ceza infaz kurumlarına alınması, mükerrirlerin tehlikeli suçlular olarak kabulü ve
aynı Kanunun 108.maddesinde yer alan mükerrirlere özgü infaz rejimine ilişkin düzenlemenin
mantığı ile bağdaşmamaktadır. Dolayısıyla ikinci defa mükerrir olanların istisna haline gelmesi
isabetli olmamıştır.
14.maddenin 6. fıkrasında yapılan düzenleme ile hükümlülerin, suç ve ceza türlerine göre açık
ceza infaz kurumlarına ayrılıp ayrılmamalarına, açık ceza infaz kurumlarında geçirecekleri
sürelere, kapalı ceza infaz kurumlarına gönderilmelerine, doğrudan açık ceza infaz
kurumlarına alınmalarına, doğrudan açık ceza infaz kurumlarına alınanların kapalı ceza infaz
kurumlarına gönderilmelerine ve diğer hususlara ilişkin usul ve esasların yönetmelik ile
belirleneceği belirtilmiştir. Bir başka ifadeyle, hükümlülerin doğrudan hürriyetine ilişkin
konular yönetmeliğe bırakılmaktadır. Bu tarz düzenlemelerin kanun ile yapılması
gerekir.
II. CGTİHK’nin 105/A maddesinde yer alan denetimli serbestlik tedbiri bakımından çeşitli
değişikliklerin yapıldığı görülmektedir. Mevcut düzenlemeden farklı olarak, denetimli
serbestlik tedbiri için sabit bir süre yerine oransal bir koşul öngörülmektedir. Kişi, koşullu
salıverilmeden faydalanabilmek için ceza infaz kurumunda geçirmesi gereken sürenin 4/5’ini
ceza infaz kurumunda geçirmek ve iyi halli değerlendirilmek koşuluyla bu imkândan
yararlanabilecektir. Ancak 105/A maddesinin 1.fıkrası uyarınca denetimli serbestlik tedbiri
uygulanmak suretiyle infaz süresi 3 yıldan fazla olamayacaktır. Bu noktada belirtmek gerekir
ki, Teklif ile süreli hapis cezasına mahkûm edilenlerin koşullu salıverilmeden
faydalanabilmeleri, prensip olarak cezalarının yarısını infaz kurumunda çekmelerine ve iyi halli
olmalarına bağlanmıştır. Dolayısıyla koşullu salıverilme (1/2) ile denetimli serbestlik (4/5)
oranları birlikte ele alındığında ceza infaz kurumunda geçirilmesi gereken süre bakımından
2005 öncesine geri dönüldüğü anlaşılmaktadır.
105/A maddesinin 7.fıkrasında yer alan ve hükümlü hakkında denetimli serbestlik tedbiri
uygulanmaya başladıktan sonra işlediği iddia olunan ve cezasının alt sınırı bir yıl veya daha
TÜRK-ALMAN ÜNİVERSİTESİ - HUKUK FAKÜLTESİ
6
fazla hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suçtan kamu davası açılmış olması halinde bu kişinin
açık ceza infaz kurumuna gönderilebileceği şeklindeki düzenleme dikkat çekicidir. Koşullu
salıverilmeye ilişkin düzenleme ile karşılaştırıldığında da çelişkilidir. Koşullu salıverilmenin
kaldırılması için verilen mahkumiyet hükmünün kesinleşmesi gerekir ve bu kişi kapalı ceza
infaz kurumuna alınır. Burada davanın açılmış olmasının yeterli görülmesi ve açık cezaevine
gönderilebilmesi isabetli olmamıştır.
III. Yukarıda da belirtildiği gibi, CGTİHK’ nin 107.maddesinin 2.fıkrası bakımından önerilen
değişiklik ile süreli hapis cezasına mahkum edilmiş kişilerin cezalarının yarısını iyi halli
geçirmek kaydıyla koşullu salıverilmeden faydalanabilecekleri düzenlenmektedir. Bu değişiklik
ile mevcut düzenlemede yer alan 2/3 oranı azaltılarak yarısına indirilmektedir. Ancak bu kurala
bazı istisnalar getirilmiştir:
Türk Ceza Kanununun;
a) Kasten öldürme suçlarından (madde 81, 82 ve 83) süreli hapis cezasına mahkûm olanlar,
b) İşkence suçundan (madde 94 ve 95) ve eziyet suçundan (madde 96) süreli hapis cezasına
mahkûm olanlar,
c) Cinsel saldırı (madde 102, ikinci fıkra hariç), reşit olmayanla cinsel ilişki (madde 104,
ikinci ve üçüncü fıkra hariç) ve cinsel taciz (madde 105) suçlarından süreli hapis cezasına
mahkûm olanlar,
d) Cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlardan (madde 102, 103, 104 ve 105) hapis
cezasına mahkûm olan çocuklar,
e) Özel hayata ve hayatın gizliliği alanına karşı suçlardan (madde 132, 133, 134, 135, 136,
137 ve 138) süreli hapis cezasına mahkum olanlar,
f) Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçundan (madde 188) hapis cezasına
mahkûm olan çocuklar,
g) Devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk suçlarından (madde 326 ilâ 339) süreli hapis
cezasına mahkûm olanlar,
cezalarının üçte ikisini infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden
yararlanabileceklerdir. Ayrıca, suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün
faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar ile Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan
mahkûm olan çocuklar hakkında koşullu salıverilme oranının üçte iki olarak uygulanacağı
belirtilmektedir.
Bu şekilde yapılan düzenlemeler sorunlara sebebiyet verebilir. Esas olan infaz hukukunda
suçtan değil, suçludan harekettir. Örneğin, insan ticareti, göçmen kaçakçılığı, zimmet, rüşvet,
irtikap gibi ağır cezaları gerektiren suçlar bakımından bu oranın neden 1/2 şeklinde uygulandığı
sorgulanabilir.
TÜRK-ALMAN ÜNİVERSİTESİ - HUKUK FAKÜLTESİ
7
Yine 107.maddenin 4.fıkrasında yapılan değişiklik ile suç işlemek için örgüt kurmak veya
yönetmek ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan mahkumiyet halinde süreli hapis
cezasına mahkûm edilmiş olanların cezalarının 2/3’ünü infaz kurumunda çektikleri takdirde,
koşullu salıverilmeden yararlanabileceği düzenlenmiş, mevcut düzenlemeden farklı olarak bu
suçlar bakımından 3/4'lük oran 2/3’e indirilmiştir. Ancak aynı zamanda Türk Ceza Kanunu’nun
220.maddesinde suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu bakımından cezaların alt ve üst
sınırlarının artırılması teklifi dikkat çekici ve tutarsızdır.
IV. CGTİHK’nin 108.maddesindeki mükerrirlere ve bazı suç faillerine özgü infaz rejimi ve
denetimli serbestlik tedbirine ilişkin süreler bakımından da değişikliklere yer verilmiştir.
Mevcut düzenlemeye göre tekerrür halinde işlenen suçtan dolayı mahkum olunan süreli hapis
cezalarının 3/4'ünün infaz kurumunda iyi halli geçirilmesi gerekirken, Teklif ile bu oran 2/3’e
düşürülmektedir. Bununla birlikte 1.fıkranın son cümlesine koşullu salıverilme oranı üçte ikiden
fazla olan suçlar bakımından tabi oldukları koşullu salıverilme oranı uygulanacağı belirtilmiştir.
Ayrıca 108.maddenin 9.fıkrasında birinci fıkraya atıfla koşullu salıverme sürelerinin, 26/9/2004
tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 102 nci maddesinin ikinci fıkrasında tanımlanan
cinsel saldırı suçundan, 103 üncü maddesinde tanımlanan çocukların cinsel istismarı suçundan,
104 üncü maddesinin ikinci ve üçüncü fıkrasında tanımlanan reşit olmayanla cinsel ilişki
suçundan, 188 inci maddesinde tanımlanan uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti
suçundan dolayı hapis cezasına mahkûm olanlar hakkında da uygulanacağı, eklenen değişiklik
ile süreli hapis cezaları bakımından ise koşullu salıverilme oranının dörtte üç olarak
uygulanacağı belirtilmektedir. Öncelikle belirtmem gerekir ki, koşullu salıverilmeye
ilişkin bu düzenlemenin neden mükerrirlere ilişkin düzenleme altında yer aldığı
anlaşılamamaktadır.
Görülüyor ki, Teklif ile koşullu salıverilme bakımından dikkate alınacak oranların (1/2,
2/3 ve 3/4) sayısı üçe çıkartılmaktadır. Bu farklılıkların da yasada mevcudiyeti
karmaşalara neden olabileceği gibi, eşitlik ilkesi gerekçe gösterilerek konunun Anayasa
Mahkemesi’nde tartışılması yüksek bir olasılık olarak gözükmektedir.
V. Geçici Madde 6’da yapılan değişiklik teklifi ile kural olarak 30/3/2020 tarihine kadar işlenen
suçlar bakımından, denetimli serbestlik tedbirinin düzenlendiği 105/A maddesinin birinci
fıkrasında yer alan 1 yıllık süre 3 yıla çıkarılmaktadır. Kısacası, istisna haller bir kenara
bırakılacak olursa 6 yıla kadar hapis cezasına mahkum olan bir kişi infaz kurumuna
girmeyecektir. Yine 10 yıl hapis cezası alan bir kişi 2 yıl ceza infaz kurumunda kaldıktan sonra
denetimli serbestlikten faydalanabilecektir. Sadece bu iki örnek bile söz konusu düzenlemenin
TÜRK-ALMAN ÜNİVERSİTESİ - HUKUK FAKÜLTESİ
8
ne kadar sorunlu olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla bu durumun adalet ilkesi ve kamu
vicdanı açısından göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Bu tür sonuçlar ileride
mağdurların fail olabilmesi ihtimalini bile artırabilir.
26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun kasten öldürme suçları (madde 81, 82
ve 83), üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe ya da beden veya ruh bakımından kendisini
savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı işlenen kasten yaralama ve neticesi sebebiyle
ağırlaşmış yaralama suçları, neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçu, (madde 87, fıkra iki,
bent d), işkence suçu (madde 94 ve 95), eziyet suçu (madde 96), cinsel dokunulmazlığa karşı
işlenen suçlar (madde 102, 103, 104 ve 105), özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçlar
(madde 132, 133, 134, 135, 136, 137 ve 138), uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti
suçu (madde 188) ve İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci
Bölümünde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu
kapsamına giren suçlar kapsam dışında bırakılmıştır.
İnfaz hukukunda düzenlemeler yapılırken kazuistik bir metotla suçların tek tek
sayılmasında karşılaşılabilecek sorunlar olduğu bilinmektedir. Çünkü bu metotta gözden
kaçan hususlar olabileceği gibi eşitlik kuralına aykırı sonuçların ortaya çıkabilmesi de
pekala mümkündür. Bu bağlamda Geçici madde 6’da yer alan kasten yaralama suçuna
ilişkin bir örnek vermek isteriz. İlgili bölüm dikkatli okunduğunda TCK’nin
86.maddesinin (3.fıkranın a ve b bentleri esas alınmış) yanı sıra 87.maddesinin de
gözetildiği görülmektedir. Ancak 87.maddeye ilişkin olarak yalnızca parantez içerisindeki
“madde 87 fıkra iki bent d” ibaresinin, yani kasten yaralama fiilinin mağdurun yüzünün
sürekli değişikliğine neden olma halinin, denetimli serbestlik ile getirilen 3 yıllık sürenin
dışında bırakıldığı anlaşılmaktadır.
TCK’nin 87. maddesinin son fıkrası ise kasten yaralama sonucunda ölüm neticesinin
meydana çıkmasına ilişkin sorumluluğu düzenlemektedir. Yani, çok daha ağır bir
haksızlığı içermektedir ancak Geçici madde 6’nın 1.fıkrası bakımından istisnalar arasında
sayılmamıştır. Verilen bu örnek dahi vurguladığımız eleştirinin ne kadar haklı olduğunu
göstermektedir.
Başka bir örnek fuhuş suçu bakımından verilebilir. Cinsel taciz suçundan mahkum olan
birisi 105/A kapsamında denetimli serbestlik imkanından yararlanamayacak ancak fuhuş
suçu failleri faydalanabilecektir. Bizim burada kastettiğimiz husus böyle bir metottaki
sakıncalardır. Eğer cinsel tacizde bulunan bir kişi bu düzenlemeden yararlanamıyorsa
fuhuş suçu faili de yararlanmamalıdır. Ancak herhalükarda bu metotla yapılan
düzenlemeler şu anda saptayamadığımız başkaca örneklerin de mevcut olabileceğinin açık
göstergesidir.
TÜRK-ALMAN ÜNİVERSİTESİ - HUKUK FAKÜLTESİ
9
Geçici madde 6’nın 2.fıkrasında ise, 30.03.2020 tarihine kadar işlenen suçlar bakımından kural
olarak sıfır-altı yaş grubu çocuğu bulunan kadın hükümlüler ile yetmiş yaşını bitirmiş
hükümlüler hakkında 105/A maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan 2 yıllık sürenin 4 yıl
olarak uygulanacağı; maruz kaldığı ağır bir hastalık, engellilik veya kocama nedeniyle
hayatını yalnız idame ettiremeyen altmışbeş yaşını bitirmiş hükümlülerin ise koşullu
salıverilmeleri için ceza infaz kurumlarında geçirmeleri gereken süreler, azami süre
sınırına bakılmaksızın 105/A maddesinde düzenlenen denetimli serbestlik tedbiri
uygulanmak suretiyle infaz edilebileceği düzenlenmektedir.
Bu fıkranın uygulanabilirliği bakımından Türk Ceza Kanununun kasten öldürme suçları (madde
81, 82 ve 83), cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar (madde 102, 103, 104 ve 105), özel
hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçlar (madde 132, 133, 134, 135, 136, 137 ve 138) ve
İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan
suçlar ile Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar hariç tutulmuştur.
Dikkat çekici olan husus, denetimli serbestlik uygulanabilirliği bakımından her iki fıkrada yer
verilen istisnaların birbiriyle tam olarak örtüşmemesidir. Geçici madde 6’nın 1.fıkrasında yer
verilen “üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe ya da beden veya ruh bakımından kendisini
savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı işlenen kasten yaralama ve neticesi sebebiyle
ağırlaşmış yaralama suçları, neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçu, (madde 87, fıkra iki,
bent d), işkence suçu (madde 94 ve 95), eziyet suçu (madde 96) ve uyuşturucu veya uyarıcı
madde imal ve ticareti suçu (madde 188)” suçları Geçici madde 6’nın 2.fıkrasında yer alan
istisnalar arasında yoktur. Bu noktada belirtmeliyiz ki, istisnalar içerisinde başkaca
istisnalar yaratmak sakıncalı sonuçlar yaratabilecektir. Söz gelimi eziyet suçu Geçici
madde 6’nın 1.fıkrasında istisnalar içerisinde yer almaktadır. Dolayısıyla kişi 30/3/2020
tarihinden önce işlediği eziyet suçu bakımından denetimli serbestlikte öngörülen 3 yıllık süreden
yararlanamayacaktır. Ancak bir sonraki fıkrada tekrar bir suç listesi verilmiş ve bu suçların
işlenmemiş olması koşuluyla iki özel durumda daha uzun bir denetim süresi öngörülmüştür.
Eziyet suçu ise bu defa bu liste içerisinde yer almamaktadır. Söz gelimi, 30/3/2020 tarihinden
önce çocuğuna yönelik eziyet suçunu işleyen anne, Geçici madde 6’nın 1.fıkrasına göre altsoya
karşı bu suçu işlediği ve bu suç istisnalar arasında sayıldığı için 3 yıllık süreden
faydalanamayacaktır. Ancak bu annenin cezasının kesinleşmesine yakın bir zaman zarfında
çocuk doğurması halinde, 0-6 yaş grubunda çocuğu olan anneler bakımından denetimli
TÜRK-ALMAN ÜNİVERSİTESİ - HUKUK FAKÜLTESİ
10
serbestlik süresi 4 yıl olarak uygulanacağından, bu sefer 6 yıla kadar aldığı hapis cezası nedeniyle hapse girmeyecektir.1
Sonuç olarak, yukarıda belirttiğim eleştirilerin yanı sıra önerim şu şekildedir: Uygulamada ciddi bir karmaşa yaratabilecek ve adliyelere ciddi bir iş yükü getirecek bu düzenlemeden vazgeçilmelidir. İnfaz hukukundaki temel ilkeler gözetilerek hareket edilmeli ve suçtan değil, suçludan yola çıkılarak bir çözüm üretilmelidir. Kanımca İnfaz Kanunu’ndaki ilk düzenlemeler aslında yeterliydi. Ne var ki, gelinen noktada bu tartışmalar kamuoyunda özellikle de cezaevinde bulunanlar bakımından yüksek bir beklentiye sebep olmuştur. Diğer taraftan Covid-19 salgını nedeniyle de çok özel bir sağlık sorunu ile herkes karşı karşıya kalmıştır. İçinde bulunduğumuz bu şartları gözeterek mükerrirler, suçu meslek edinenler, itiyadi suçlular ayrımı yapılarak iki ayrı oran belirlenmeli, sistem son derece basit hale getirilmeli, cezaevlerindeki ihtiyacı da gözeterek belki de son bir kez denetimli serbestlik süresi bu ayrıma göre belirlenmelidir. Ancak herhalükarda denetimli serbestlik kurumundan vazgeçilmelidir. Virüs nedeniyle ise de tutuklu olanlar bakımından alternatif olan adli kontrol tedbirlerine başvurulabilir. Mahkumlar bakımından ise bu düzenleme kapsamında değil tüm mahkumlar bakımından Bilim Kurullarının da görüşü alınarak mümkünse infaz ertelemesi bu olağanüstü süreç geçene kadar düşünülmelidir. Şayet bu mümkün değilse mahkumlarla ilgili sağlıklarının korunması açısından gerekli olan her türlü hizmet verilmelidir.
Prof. Dr. Fatih Selami MAHMUTOĞLU
Türk Alman Üniversitesi
Ceza Hukuku Öğretim Üyesi
1 Belirtmelidir ki, yeni düzenlemenin kabulü halinde eziyet suçu(m.96) koşullu salıverilme bakımından CGTİHK’nin 107.maddesinin 2.fıkrasında sayılan istisnalar içerisinde yer aldığından koşullu salıverilme oranı 2/3 olarak uygulanacaktır.
Devamı..